İnsan zihni, insan zihnini anlamayı ümit edebilir mi? Bu imkânsız değildir, fakat zorluklarla dolu bir hedeftir ve belki de psikolojinin diğer bilimlerin arasına bu kadar geç katılmasının nedeni budur. İlk psikoloğun kendini psikolog olarak ilan etmesinin üzerinden 150 yıl bile geçmedi. Hiç kuşkusuz insanların kendi zihin ve davranışları üzerine kafa yorması bundan çok daha öncesine dayanıyor. Antik Yunanlılar arasında Platon ve Aristoteles, “psikoloji” kelimesinin kökeni olan ve “yaşam” ya da “nefes” anlamına gelen psişe hakkında yazmışlardı. Bugün psikoloji kelimesini insan zihninin tüm yönlerine atıfta bulunmak için kullanıyoruz.

Deneysel Psikolojinin Başlangıcı

Psikoloji fikri on dokuzuncu yüzyılda henüz tam anlamıyla oluşmamıştı, ancak Charles Darwin’in çığır açan araştırmaları hayvan davranışlarına ve bu davranışların biz insanlara öğretebileceklerine dair büyük bir merak uyandırdı ve pek çok bilim insanı bu alana yöneldi.

Psikolojinin farklı bir bilim dalı olarak tesis edilmesindeki en önemli figürlerden biri Alman fizyolog Wilhelm Wundt’tur. Zihne dair çalışmalarında bilimsel metodolojiyi uygulamayı amaçladı ki bu onun için bilinç ve algı üzerine çalışmak anlamına geliyordu. Değişmez laboratuvar koşullarında insan deneklerinin farklı duygulara nasıl tepki verdiklerini gözlemleyip ölçtü ve deneklerinin deneyimlerine dair raporları kayda aldı. Kontrol edilebilen ve yinelenebilen bu deneyler konusundaki ısrarı, deneysel psikolojinin standartlarını belirlemiş ve bu alanın bilimsel güvenilirliğini oluşturmuştur.

Wilhelm Wundt

Wilhelm Wundt

Öğrenilmiş Tepkiler ve Davranışçılığın Temeli

Psikoloji dünyasındaki dönüm noktalarından biri tamamen tesadüf eseri ortaya çıktı. Buna sebep olan kişi de deneysel bir psikolog değil, bir fizyolog oldu. 1890’larda, köpeklerin sindirim sistemlerinin fiziksel çalışma biçimleri üzerine çalışan Rus Ivan Pavlov, sindirim sistemindeki rolünü belirlemek adına salyayı gözlemlemek için bir yöntem buldu. Salyanın, yalnızca yemeğin fiziksel mevcudiyetine bir tepki olmadığını, köpeklerin yemek beklerken veya psikolojik bir uyaran olarak yemeğin düşüncesiyle bile salya ürettiklerini keşfetti. Pavlov’un deneyleri ayrıca hayvan davranışı gibi son derece karmaşık görünen bir olgunun, yalnızca doğal yaşamda gözlemlenerek değil, laboratuvarda kontrollü koşullar altında da incelenebileceğini gösterdi.

1_gu3KD6Gw5-0m1DnDUQxCpg.gif

Davranışçılık

Davranışçı yaklaşım, psikolojiyi gerçek anlamda bilimsel bir disiplin haline getirme isteğinden doğdu. Yirminci yüzyılın başlarında psikologlar, zihin konusundaki felsefi spekülasyonlardan uzaklaşma ve psikolojik oluşumlarımızı tarafsız şekilde çalışmaya yönelik oluşturmanın doğru olacağından emin değildi. Amerikalı pek çok psikolog, zihnin, davranış yoluyla dünya ile etkileşimi incelenerek anlaşılabileceğine inandı.

İnsanlarda Klasik Koşullanmanın Keşfi

1919 yılında psikolog John B. Watson ve öğrencisi Rosalie Rayner Pavlov’un köpeklerle gerçekleştirdiği türden bir koşullanmaya insanların da yanıt verip vermeyeceğini anlamaya çalışan ve artık "klasik koşullanma" olarak bilinen prosedürün ilkelerini takip ederek, bu koşulsuz tepkiyi, bir çocuğu, normalde bir çocuğun korkmadığı farklı bir uyarandan korkmaya koşullandırmak için kullanabileceği fikrini test edecek bir deney tasarladı. “Küçük Albert” deneyi olarak bilinen deneyde denek olarak Albert isimli 9 aylık bir bebek kullanıldı. Ona sıçan, tavşan, köpek, maymun ve bazı nesneler sunarak deneye başladılar. Albert bunları eline almak istiyor ve hiçbir korku tepkisi vermiyordu, ağlamıyordu. Bu aşamanın ardından çocuğun kafasının arkasında bir çelik çubuğa çekiçle vurularak yüksek ve ani bir gürültü çıkardılar. Watson notlarında şöyle yazmıştı:

“Çocuk şiddetle ürktü, solunumu arttı ve kolları tipik bir biçimde yukarı kalktı. İkinci uyarımda da aynı şey oldu, ek olarak dudakları büzüldü ve titremeye başladı. Üçüncü uyarımda çocuk ani bir ağlama nöbetine girdi. Bu laboratuvarın yarattığı herhangi bir duygusal durumun Albert’ın korkmasına veya ağlamasına yol açtığı ilk andı.”

Başlangıçta nötr uyarıcı olan hayvanları gören Albert korktu, ağladı ve sürünerek uzaklaştı. Görünüşe göre, bebek hayvanları gürültüyle ilişkilendirdi. Daha sonra deneyde kullanmayan diğer tüylü hayvanlar Albert’e gösterildi ve Albert’in rahatsız olduğu tespit edildi. Ayrıca bebek pamuk parçalarından bile rahatsız olmaya başladı. Aradan geçen 1 ay sonra bebek yine aynı tepkileri vermeye devam ediyordu. Deneyin yayınlanan videosu için tıklayın.

Watson aynı zamanda “mesafe koyma” veya duyarsızlaştırmayı (koşullu duygusal tepkinin yok edilmesi) denemek istemiştir, ancak bunlar yapılmadan Albert hastaneden uzaklaştırılmıştır.

images_1a8869b3-7eda-4e56-a1de-74d78b5fdf86_auto_x2.jpg

Not: Deneyin yapıldığı dönemde etikliği tartışıldı ve asistanıyla ilişki yaşadığı anlaşılan Watson, akademik çalışmaları bıraktı. Daha sonra reklam sektörüne girdi ve aynı zamanda davranışçılığa getirdiği yoruma dayanarak, çocuk bakımıyla ilgili kitaplar ve makaleler yazmaya başladı. Genç ebeveynler bu fikre karşı heyecan duysa da sonrasında Watson’ın yaklaşımının psikolojik olarak faydadan çok zarar getirdiği anlaşıldı.

Edimsel Koşullanma

Skinner’ın radikal davranışçı yaklaşımından çıkan en etkileyici fikir edimsel koşullanmadır. Skinner, davranışın öğrenilmesindeki en kritik noktanın, bir eylemin sonucu olduğu kanısına vardı. Bir organizma, bulunduğu çevrede faaliyet gösterir ve edimsel davranışını pekiştiren bir uyaranla karşılaşır. Bu ve klasik koşullanma arasındaki kritik fark, deneğin aktif katılımıdır.

Edimsel koşullanma, çevremizle olan etkileşimimiz yoluyla davranışı nasıl öğrendiğimizi açıklar. Skinner’a göre davranışı öğrenmedeki temel faktör, eylemlerin sonucuyla elde edilen pekiştirmedir. Yemek verilmesi veya kutudan kaçabilme gibi pozitif sonuçlar, bu sonuçların tekrar edilmesini teşvik eder ve gelecekte buna benzer davranışları pekiştirir. Acı veya kapana kısılma gibi negatif sonuçlar ise hareketin tekrarından cayılmasına sebep olur.

Pozitif negatif pekiştirme ile ilgili diagram.

Pozitif negatif pekiştirme ile ilgili diagram.